"Enter"a basıp içeriğe geçin

Kız Kulesi: Restoran Restorasyona Karşı

David Cronenberg bir röportajında gençlik fotoğraflarına baktığında hissettiklerini şöyle özetliyor: ”Gençlik fotoğraflarıma bakıyorum, artık öyle değilim (…) Öyle görünmüyorum. Dudaklarım farklı, kemik yapım da öyle. O kişi olduğumu hayal meyal hatırlıyorum”* Merak ediyorum da, İstanbul’un belki de en çok kılık değiştirmiş kültürel varlıklarından biri olan 2500 yıllık Kız Kulesi eski fotoğraflarına bakacak olsa acaba ne der? “Kayalıkların üzerine bir kale yapısı olarak inşa edildikten sonra ben, 1510 depreminden sonra onarılıp bir deniz fenerine dönüştüğüm halim, bu da 1830’larda veba ve kolera tecrit hastanesi olduğum dönem. Ah işte, bu da ben siyanür deposuyken!’ şeklinde bir cevap vermesi gayet olası, tabii eğer Kız Kulesi kendini kelimelerle ifade edebilen bir varlık olsaydı.

 

Farklı form ve işlevlerde, inatla olduğu yerde kalmayı başararak İstanbul’u tanımlayan simgeler arasına giren Kız Kulesi, şehrin tanıtımlarında bile farklı bir silüetiyle karşımıza çıkıyor: Kimisinde iskelesi farklı yerde konumlanmış, kimisinde dış yüzeyi beyaz sıvalı, kimisinde kubbesinin formu ve malzemesi çeşitlilik göstermiş… İşlev değişimleri kadar, doğal afetlerin de sebep olduğu bu silüet cümbüşü, Kız Kulesi’nin kozmolojik karmaşasıyla da devam ediyor: Hero ve Leandros’un aslında yanlış boğaza atfedilen hikayesi, mitolojik bir sultanın, kızını falcının kehanetinden korumak amacıyla sakladığı kuleyle iç içe geçiyor. Kız Kulesi neyin ve kimin geçmişi olduğunu muallakta bırakıyor.

 

1995’te Restore Et-İşlet-Devret sistemiyle 49 yıllığına bir turizm şirketine kiralanmasının ardından girişilen restorasyon, herhalde Kule’nin geçirdiği en büyük estetik ameliyat. Kıyı çizgisinin ve dokusunun değiştirilmesi, araya sıkıştırılan asma kat, kirişleri taşıyan demir konsollar ve iç ve dış mimari arasındaki uyumsuzluk gibi nedenlerle pek çok yazar ve mimar tarafından eleştirilen restorasyonun ardından Kız Kulesi, Korhan Gümüş’ün deyimiyle bir “restaurant”a benzedi.** Restaurant kelimesinin sağlığın ‘restore’ edilmesinden geldiği düşünülünce, komik bir benzerlik: Kız Kulesi’nin restorasyonuyla birlikte restoran olarak işletmesini de üstlenenler, Kule’nin artık hem sağlığımızı, hem de tarih bilgimizi onardığını iddia edebilirler.

 

Geçirdiği bunca değişime rağmen hala bir şekilde Kız Kulesi olmayı başaran bir eser, geçmişteki hangi “orijinal”ine benzeyerek tarih bilgimizi doyurabilirdi peki? Yeniden yerleştirme anlamına gelen “re-staure” kökünden gelen restorasyonun, ilk baştaki durağanlığa, tufandan önceki ana geri dönüşü vadettiği düşünüldüğünde, Kız Kulesi’nin tufandan önceki hali tam olarak neye tekabül ediyordu? Bizans dönemindeki savunma kalesine mi, Osmanlı İmparatorluğu döneminin karantina bölgesine mi, yoksa Cumhuriyet sonrasındaki deniz fenerine mi?

 

Kız Kulesi konuşabilen bir varlık olsaydı işimizin daha kolay olacağı kesin. Basına vereceği bir demeçte bize içinde bulunduğu yabancılaşmayı tarif edebilir, nasıl bir restorasyona gönlü olduğunu ve hayatına bundan sonra hangi işlevde devam etmek istediğini söyleyebilirdi. Sessizliği kulenin adına bozan restoratörler bu ontolojik problemi Kule’yi 1839 ve 1943 yılları arasındaki ‘orijinal’ine dayandırarak çözmeyi tercih etmiş görünüyor. Tarihi bir yapının geçmişinin sabitleneceği an üzerine verilecek kararın siyasiliği bir yana bırakılırsa, bu “orijinal” versiyonun, işletmecileri dışında kimseyi tatmin etmediği aşikar. Sonuç, John Ruskin’in özetlediği gibi: “The thing is a lie from beginning to end” (Baştan aşağı bir yalan).

 

Kız Kulesi restorasyonun yalanını vurgulayan en etkili eleştiri, Kule’nin “daha dün inşa edilmiş” gibi görünmesi. Bu eleştiri, İstanbul’un son 10 yılda uygulanan Süleymaniye, Kılıç Ali Paşa Camii ve diğer restorasyon örnekleriyle beraber düşünüldüğünde ortada “restorasyon faciası”ndan biraz daha fazlası olabileceğini işaret ettiği için anlamlı. Dönemi ya da menşei ne olursa olsun, restorasyona giren her tarihi yapı aynı uygarlık tarafından, aynı tarihte -ki daha dün- inşa edildiği izlenimi veriyorsa, Türkiye’de restorasyon üzerinden resmi tarih yazımı pratiklerine dair geniş bir resme bakıyor olabiliriz: İktidara gelen her hükümetin, seleflerinin -ister Bizans, ister Osmanlı, ister Cumhuriyetçiler olsun- tüm izlerini silerek tarihi şahsına münhasır bir noktadan -şimdi- başlatması.

 

İhale usulüyle verilen restorasyon projelerinin çoğunda kullanılan, yapıların dış yüzeyinin tırtıklanarak, istenilen ‘temizliğe’ ulaştığı noktada tamamlanmasına dayanan tarama yönteminin kendisi bile Türkiye’de tarih yazımına hoş bir analoji teşkil ediyor: Tarih “istenmeyen” katmanlarından arındırılarak, homojen ve pirüpak bir noktada sabitleniyor. Bu yöntemin uygulama alanlarına göre değişiklik göstermemesi sonucunda, Süleymaniye Camisii’nin cephesinin, Kız Kulesi’nin cephesinden ya da İstanbul Surları’ndan bir farkı kalmıyor. İktidarın sıkça kullandığı deyimiyle restorasyonla “ihya” edilen tüm bu yapılar, İstanbul tarihinin de, tırtıklanan dış cepheler misali homojen bir yapıda olduğu gibi yanlış bir önermeyi de beraberinde getiriyor.

 

Bu müdahaleleri yalnızca siyasi bir sürece indirgemek elbette doğru olmaz, ancak belirli siyasi mesajlar taşıdıklarını da kabul etmek gerekiyor. Her yerde hazır ve nazır oluşunu, inşaattan, kentsel dönüşüme, resmi tarih yazımından, popüler kültüre her alanda sürdüren iktidar, cumhuriyetten beri huyunu pek de değiştirmemiş gibi. Tarih, hala devren kiralık bir dükkan gibi revize ediliyor. Artık hiçbir akranı kalmamış bir tarihin tüm izlerinin silinmesi, üstüne üstlük daha önce olmadığı bir “orijinal”ine dönüşümüne de “şahit olmak” zorunda bırakılışımız da, Kız Kulesi kadar lâl görüldüğümüzün işareti olabilir. Her ne kadar kendimizi kelimelerle ifade edebilenler familyasından olsak da, itirazlarımızın taranmış duvarlara çarpıp geri döndüğü aşikar.

 

Gelecekte Kız Kulesi’nin, restoran “orijinaline” uygun olarak restore edilmesi büyük bir olasılık. Her halükarda, restore edilmiş restorandan aç kalkmaya devam edecek gibi görünüyoruz.

 


 

Notlar:

* David Cronenberg, Interviews with Serge Grunberg, Plexus Publishing, 2005.

** Korhan Gümüş, “Kız Kulesi için Gecikmiş bir Yazı”, Istanbul, Sayı:33, Nisan 2000.

 

Kız Kulesi baskılı baca deliği kapağı, yazarın baca kapağı koleksiyonundan.